9 Ocak 2021 Cumartesi


“Şu musalla taşında bir namaz yatacağım”

     İnsanoğlu doğum ve ölümde  iki kundak arasında hayatını sürdürür ve ebedi âleme göç eder. Doğduğu zaman nasıl çaresiz, savunmasız ve  muhtaç ise göçtüğü zaman da aynı kundaktaki bebek gibi sarıp sarmalanır, yine bir bebek gibi musalla taşına yatırılır. Burada anne-babasının şefkat kanatlarına sığındığı gibi orada da şefkat kanatlarına muhtaçtır. Oradaki kanat dünya hayatındaki yapıp ettiklerinin karşılığıdır. Rahmet melekleri ya da gazap meleklerinin kanatları. Cenazeye katılanlar bilir.İmam cenaze namazını kıldırdıktan sonra kısa bir sohbet yapar. Daha doğrusu genellikle şöyle der: “Bugün artık bizim için söz ve nasihat bitmiştir. Bugün söz, şu musallâ taşının üstünde yatan mevtanındır. Dün sizin gibi hayatta idi. Bugün ebedi âleme yolcu ediyoruz. ‘Dünya fani, ahiret bakidir.’ Lisan-ı hal ile mevta size bunu söylüyor. Bundan daha ibret verici ne olabilir?!”

  Gerçekten de ölüm en büyük nasihattir. Şüphesiz gerçekle yüzleşiriz bu anlarda. Ve yine dünya işlerine daldığımızda,  ölüm tekrar aklımızdan çıkar ve biz yine bildiğimizi okumaya devam ederiz.  Bu sebeple olmalı ki dedelerimiz bir sembol, bir uyarı özelliği taşısın diye cami önlerine musallâ taşlarını dikmiş. Yaşayan ölüler dirilsin diye! 

   Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Otuz Beş Yaş” adlı şiirindeki, “Bir namazlık saltanatın olacak / Taht misâli o musallâ taşında” beyti ve Ziya Osman Saba’nın “Toprağım” adlı şiirindeki, “Ahret dolsun içime kumruların ‘Hu...’sundan / Diyeyim, caminin geçerken avlusundan / Şu musalla taşında bir namaz yatacağım” dizeleri de aynı değerde bize anlatmazmı musalla taşını.